bugün
yenile
    1. 13
      +
      -entiri.verilen_downvote
      sevgili sözlük yazarı arkadaşlarım. hepinize anlatmak istediğim bir hikayem var. öncelikle kendimle ilgili bir kaç parçayı anlatmak istiyorum. hayatımı su akar yatağını bulur tarzında yaşıyorum. küçüklüğümden beri hayatımda hep hayal ettiğim şey malesef hep farklı oldu. gerçekten inananarak söyleyebilirim ki 20 yaşında bir genç için, süper kahraman hayalleri ile cebbelleşmek yorucu oluyor. muhtemelen bu hayallerdeki tanrı ile ilgili dolduramadığım boşluklar beni ateist olmaya itmişti. her zaman bir süper kahramanım ama bana veren kimdi. tanrıyı işin içine soksam havası gidiyordu. birilerine hava atmadıkça çok keyifli olmuyordu beynimin içinde. hased etmek hep kötü bir huyum olmuştu zaten. işime de gelmişti. hayallerimin neredeyse hepsinde en yakın ortak payda çoğu zaman bu dünyada kalıcı bir iz bırakmaktı. hiç bir zaman azimli bir adam olmadım. hiç bir zaman ders çalışan, düşündüklerini zor yollardan elde etmeye çalışmış bi insan olmadım. koşmadım peşinden. bundada sistemin saçmalığı bana bahane oldu. sistemi karşı savaşmak istiyorsanız önce onu yenmeyi bilmelisiniz. ah buna karar verirkende yeterince azimli olsaydım. hayat ile satranç oynuyoruz hepimiz, ama ben hep çoban matı deniyorum. başka yollar aramaktansa. hayat ise profesyönel. öncelikle hayatımda kendime koyduğum ilk hedefi söyleyeyim. babam tarafından hee zaman sevgiyi arayan bir çocuktum. hakkını yiyemem. babam hep bizim için uğraştı ama asla sevgisini bize anlatabilen ya da duygularını dışarı vurabilen bir adam olmadı. anadolu insanı işte. gelenek görenek böyle. babamın anneme bulaşık makinesi vaadiyle karar verilmiş bir ruhtum. ki bu anneyle babanın bu kadar farklı kökenden buluşup doğmuş, hatta bir araya gelmeler mucize bir çiftten gelmeyim. ne yazık ki bu gerçekleri görmek, at gözlüklerimi çıkarmak zor oldu. babam alevi annem ise sünni. babasını çok seven bir evladın, düğün kartında ailesi için babası yerine abisi yazması... öyle bir hayat işte. i̇lk hayalim son sözlerinde bana söz verdirmiş dedemin, benden son isteği. hatırlamıyorum onu pek ama o cümleleri hiç unutmam. 12 çocuğunun arasından bir tanesinin oğlunu son nefesinde görmek istemişti. bana ilk özel hissettiren adam. bana "oğlum, bu doktorlar beni iyi edemiyor" demişti. 4 yaşında bir çocuk son nefesini veren bir adamın sözlerini nasıl anlasın ki?.. bana "oku da doktor ol, beni kurtar" demişti sanki o zamana yetişmek için umudum varmış gibi. belkide zihnimin bana oyunu bu. çünkü bu söz kafamda ilk çalkalandığında, altı yaşımda amcamın oğluyla duvara çamurdan şekiller yapıyorduk. belkide iki küçük çocuğun birbirleriyle yarışması sonrası ortaya atılmış, kendini değerli hissetmek isteyen bir bünyenin bunu gerçek olarak kabul etmesini oluşmuş bir anı. kimse bilemeyecek. hayatımda sahip olduğum ilk değeri, ilk "büyük adam" olacak gözüyle bana hitap edilmesi gibi bir anımın yok olmasını da göze alamam zaten. belki de hayatımı doğruluğundan emin olamadığım gerçeklere dayandırdığım için bir düzen yok. işte o duvar hayatımın ilk hayallerinden oluşuyor. küçük bir çocukken kuzenimle girdiğimiz o küçük laf yarışından sonra, büyüyünce nasıl bir doktor olurum diye düşündüğüm anı hatırlıyorum. o zamanlar bile ezilmiş, fakirlerden asla ücret alamayacağım diyememiştim. çünkü kafamı karıştırmıştı. zenginlerden para alsam demiştim o zaman fakire ne katkım var diye düşünmüştüm. sadece fakire yardım edersem onlardan nasıl kaldırırdı yüreğim para almayı. allah bana ne derdi? ya da dedem? kimseden para almazsam ne ile yaşayacağım? işte kafamın içinde sistemi ilk sorguladığım an buydu. amcamların balkonunda. küçük ayrıntılara hep hayran olmuşumdur zaten. daha sonra herkese "dedeme sözüm var benim doktor olucam ben" dedim yıllar boyu. sonra bir gün etrafına bakmaktan ayaklarını nasıl savurduğunu bilmeden yürüyen bir çocukken, bir adam, bana hayatımda ikinci sefer "büyük adam" olur gözüyle bakan insanla karşılaştım. benden büyük çocuklar yüzünden sokakta düşürdüğüm kalemlerim için ağlarken, bana yardım eden şimdiki tabirimle bir genç. evime kadar elimden tutup gitmeme yardım eden, sekiz yaşında bir çocuğa elindeki ufak çantasıyla güven sağlayan o genç adam. oda sordu bana "ne olacaksın büyüyünce?" diye. ben hazırım tabi. o laf atışmasından beri, sonuçlarını asla düşünmeden söylediğim gibi yine aynı cevap. gülümseyişi. peki sen ne olacaksın abi diyişim. avukat demesi ve benim bu saatten sonra kendimi avukat olarak, fakirlerin hayatını zindan eden zenginlere, hayatı zindan etme hayallerim başladı. davadan davaya koşuyorum. bütün zenginler benden kurtulmak için cabalıyor. ancak insanlar beni seviyor destekliyor. dünya basınına bile sıçrıyorum. aç insanlar için konuşuyorum onlarda beni destekliyor. birisi haksızlığa uğrarsa valente diyor ben bitiyorum orada. her şeyi çözüme kavuşturup uçuyorum hemen başka bir davaya. bilmiyorum tabi safım, herkesin bir fiyatı olabileceğini toz pembe dünya. işte o zaman mutluyum. tabi hayallerimin değişmesi ile dedeme verdiğim söz bir kenara atılıyor. belkide bu hayalimden bu kadar çabuk vazgeçmeseydim bu insan olamayacaktım. daha iyisi veya daha kötüsü kim bilir? ancak bir şeyi biliyorum, bu bir çığ için ilk kar tanesiydi. gün geliyor okula gezgin bir tiyatro ekibi geliyor. kahkahalarla izliyorum. 10 yaşındayım belkide. bir anlığına, kahkahaların arasında, sanki zaman duruyor. herkes çok mutlu ve ben bir sebebi var. orada, komik kıyafetleri ve sevecen bir yüzle, şaşkın şaşkın bakan adam. herkes onun sayesinde mutlu. etrafımda ki yüzde yakın çocuk ve onlarca öğretmen. işte o an ben her şey olabilirim dedim, hiç bir şeye çıkacak yola adım attığımı bilmeden. istersem avukat istersem doktor. i̇nsanları da mutlu ederim diye düşünerek. bu bölüme daha sonra da devam edeceğim ancak girişi çok uzun tuttuğumu hissediyorum sonuçta amacım size hayat hikayemi anlatmak değil. bulunduğum durumu size başka nasıl anlatabileceğimi de pek bilmiyorum ama direkt gerçeği söylesemde olur sanırım çünkü bana çoğunuz inanmayacak. az önce de dediğim gibi ben hiç kimse olmaya bir adım attım. şaşılası ama bunu başardım. ben sadece bir fikirim. hiç biriniz beni tanımıyor ama hepinizin içinde bir yerdeyim. ben o kurşunların işlemediği düşünceyim. bir insan nasıl yok olur biliyor musunuz? hayallerimin geliştiği dünyadan biraz daha farklı bir şeye değinmek istiyorum. yok olmak, belki de hiç kimsenin ciddiye almadığı bir kavram. yok olmak nasıl bir hissiyat düşündünüz mü? ben düşündüm. oldumda. çok emin olamadım ama hiç bir zaman. var olmanın ne demek olduğunu unuttuğunuz, arada kaldığınız yok olmayı kabullenmeye başladığımız bir evre var işte oralardayım . yok olduktan sonra nasıl bir hayat yaşadığımızın bir önemi kalıyor mu? hayır kalmıyor. var olmadan önce neysek o oluyor? var olmadan önce neydik peki? şimdilik yazabileceğim bu kadar. bu sadece girişti ana hikaye değil. yorum ve desteklerinizi bekliyorum, yapıcı eleştirileriniz beni çok mutlu eder. okuyan birileri olduğunu görürsem bana yazmam için çok destek olursunuz
      1i̇nançlı bir birey misin diye sorarak okumaya devam etmek istiyorum. - adenozin 10.08.2017 22:13:37 |#3371000
      1çok teşekkür ederim ancak açıkçası olayın biraz daha özü o olduğu için şu an buna cevap vermek istemiyorum çünkü çok daha karışık bir hikaye - valente 10.08.2017 22:21:00 |#3371536
      1pekala, herhangi bir şekilde sana karşı görüşümü değiştirmeyeceğini belirtmek isterim. anladığım kadarıyla zaten ana konu da buysa pek de umrunda değil. i̇yi yazmalar :) takipteyim. - adenozin 10.08.2017 22:21:58 |#3371691
      butun yorumlari goster (9)
    2. 13
      +
      -entiri.verilen_downvote
      yok olmak adım adım işleyen bir süreç. insanı insan yapan belli başlı etmenler var gözümde. ilk yok oluş adımlarım hayallerim ile başladı. beni hayallerim yok etti. "hayal gücü bilgiden daha önemlidir" demiş einstein. ben çok yanlış anladım işte onu. bilgime bilgi katmadım değil, ancak bir eklediysem bilgime, bin eklendi hayal gücüme. aldığım her bilgi hayal gücümü genişletti. ancak tam tersi olmadı hiç. ama öncelik vereceğim bu değil şimdilik. benim kendi adıma en çok tutunduğum sevgi oldu her zaman. şu an tam anlamıyla yok olmama izin vermeyende o işte. sevginin gücüne hep inandım. dünyada eğer büyü diye bir şey varsa oda sevgidir. bir kardeşe, bir sevgiliye, bir evlada, bir aileye, bir hayvana, bir nesneye... neye olursa olsun sevgi en güzel hissiyattır gözümde. sevgi duygusunu ilk hissettiğim insan, annemden sonra, -ki bilirsiniz en saf sevgi odur, birinci sınıftaydı. elif. okulumun ilk günü, bütün bireyleri çalışan bir ailede olmanın en büyük zorluğunu hissettiğim anlardan biriydi. 5 yaşlarımda bir sabah uyandığımda, evde kimsenin olmayışı ve kapının kilitli olduğunı fark ettiğim, ardından korkumdan camdan sokağa doğru bağırıp, komşulara ağladığım günden sonra geliyor sıralamada. ilk günümde, hayatında mahalledeki iki üç arkadaşı ve köyde ki kuzenlerimden başkasını sosyal çevre edinmemiş benim için okula gitmek hayli korkutucuydu. o güne öyle denk gelmiş ya çoğu zaman olduğu gibi annem de babam da işteydi. o zamanlar istanbul'da mevsimlik olarak garsonluk için gelen dayım bırakmıştı beni okula. dayımı oldum olası sevmişimdir. arkamda var olmasından cesaret aldığım yegane insanlardan. tabi beni sınıf sırasına bırakıp, sonrasında işe gideceğinden bihaber olduğumdan ötürü sonrasında yaşadığım korku apayrıydı. işte o an, okul müdürümüz konuştuktan sonra sınıf sıramızın başına gelen orta yaştan bir kadının beni takip edin dediğinde, arkama bakıp tanıdık hiç bir yüz göremeyince çok büyük panik yaşamıştım. yanımdaki kızın, sonradan halası olduğunu öğrendiğim kadın ile son ana kadar sarılması korkanın bir tek ben olmadığımı anlamamı sağladı. halasınında mecburiyetten, "bak oda korkuyor" diyip kızın elimi tutmasını sağladığı zaman bütün korkularım uçmuştu. yedi yaşında bir çocuk pek saklayamıyor duygularını, ama her duyguyu belirtmeyi de bilmiyor. elif elimi tuttuğu ve gözlerimin içine baktığı ilk andan itibaren, okul ile ilgili bütün düşüncelerin puf olduğunu hatırlıyorum okulun içinde, sınıf sırasına karışmış iki çocuğun masumane ellerinin sıkı sıkıya birbirini sarması ne büyük güçmüş meğer. hayran hayran okulun içinde geçerken öğretmenimiz olduğunu söyleyen kadın bize kendini tanıtıyor. sınıfa giriyoruz. hayatımızda hiç canlı görmediğimiz bir düzene oturtulmuş sıralar, gözüne ışık tutulan tavşan gibi afallamamıza neden oluyor ilk başta. ne olursa olsun elif ile sıkı sıkıya tutmuşuz ya ellerimizi, dünya yalan. oturuyoruz yanyana. öğretmen bizi tanımak istiyor bu sefer. herkes tek tek ayağa kalkıyor. i̇smini soyismini söylüyor ve ne olmak istediğini. önce elif kalkıyor, ismini ardından hayalini. oda doktor olmak istiyormuş benim gibi. o, kaybettiği babası için istiyormuş ama. bizim daha yaşımız küçük tabi anlamıyoruz kaybın ne olduğunu. bende kalkıyorum ve söylüyorum malum cümlemi. oturduktan sonra manasızca bakan elif ile gözgözeyim. o gün başlamıştı işte elif ile en temiz aşk. bir gün sınıftayken büyükçe bir ablam geldi yanıma. tabi okul ilerlemiş bende sınıfıma alışmıştım. anneme de anlatmıştım elif'i, beni dinleyen herkese de. ablamda soruyor göster bakalım kimmiş bu güzel kız. çok havalı hissetmiştim kendimi. arkadaşlarıyla oyun oynayan elifimin yanına gidiyorum ve bağırıyorum, beni sevenler el kaldırsın. elif duymuyor ama sınıftaki cadaloz sena duyuyor. ablam o ara arkadaşlarıyla patlatıyor küçük bir kahkaha. sena el kaldırıyor. yav dur sena zaten ortalık karışık. elifimin yanına gidip omzuna dokunuyorum. duymadınız sanırım matmazel dercesine bakıyorum, oda bana bakıyor birde sena'ya, anlıyor yarini isteyen bir tek o değil. bir kere daha bağırıyorum "beni seven el kaldırsın". elif anlıyor tabi nasıl yukarı sıçrıyor eli. sonra öpüyorum bir kere daha yanağından gidiyorum ablamın yanına. çok gururluyum. boyumdan büyük bir kalbim var. elif ile ikinci sınıfta hocamın, okul sonrası kursta seni öpücem yazan bir kağıdı yakalayıp gülmesinden sonra ayrılmıştık. ilkokul hayatım bitene kadar stresten midir bilmem ama davul gibi olmuş ve elif'i unutamamıştım. sevgiyi çok küçük yaşta çok masum öğrendim ben. elif'i bir kere öpmek benim için dünyalara değişilmezdi. saftı hislerimiz tilkiler dolaşmıyordu kafamda. hissyattan ötesi nafile, fizyolojime aykırı. zamanı geldi. değiştiremeyeceğimiz tek olgu işe elini attı ve sardı kendini. liseye geçtim. lise ise küçük insanların büyük davrandığı bir yerdi. elif nasıl etki bıraktıysa üzerimde, özgüvensizlikten bitmiş bir halde başladım liseye. buradaysa aşk-ı memnu oynamaya çalışan insanların elinde iki sene oyun hamuruna döndüm. daha sonra onunla tanıştım. yine bir elif... ismi aynı ama mesele farklı. aramızda bir lakap takmıştık şu anda görüşmediğim, o zamanlar pek sevdiğim sırdaşım olan bir arkadaşımla. ilk gördüğüm an nasıl etkilendiysem şiirler yazıyorum deli divane. elif isminin hep ayrı bir yeri vardır bende... sanırım buraya sığmayacak başka bir elif. çünkü ikincisi kalbime girince başka kimseye yer bırakmadı...
      1devam :) - adenozin 11.08.2017 00:30:49 |#3380577
      1teşekkür ederim, üçüncüyü yazdım :) - valente 11.08.2017 09:56:30 |#3397942
    3. 12
      +
      -entiri.verilen_downvote
      sevdiğim insanlara önümü açan ne olmuştu bilmiyorum. kimisi şans diyor, kimisi kader kısmet. bense artık yorum yapmıyorum. ilk okul günümde, elifi bana getiren ikimizin korku denilen düşmana karşı savaşmak için duyduğu ihtiyaçtı. bu sefer ise tamamen farklı olarak, fazla cesur olmaktı. ilk görüşte aşık olmadım. sadece bu sefer farklı bir ortak paydada bir araya geldik. okul başkanlığı seçimleri vardı. bense adayım. sınıflara girip konuşma yapıyoruz, bakıyorum yanımdaki rakiplerim kem küm ediyor saldırıyorlar birbirlerine. içlerinde yaş olarak en büyük olmanın verdiği özgüvenle bir konuşuyorum ki, o gazla başbakanlığa oynarım. girdiğimiz her sınıfta yanımdakilerin özgüveni düşüyor. bense daha çok parlıyorum. geziyorum teker teker ve onun sınıfına giriyorum. bu sefer en son konuşma hakkını alıyorum. öyle gaza gelmişim ki elifle bir an göz göze gelince. sınıftan alkışlarla çıkartıyorlar beni. başkan olup olmamak gram umrumda değildi. ben sadece elif'in dikkatini çekmek istemiştim, fazlasıyla çektim. güçlü bir platoniktim. gizli gizli yazdım ona hiç hissettirmeden. işin romantizmi kaçmasın istedim sınıfına mektuplar bıraktım. 1 ay devam etti böyle. ancak anlamış ben olduğumu. nereden anlamış olduğu ileri ki yazının konusu. gönlü var onunda. konuşmaya başlıyoruz. onu tanımak, bilmek, sevmek o kadar güzelki... elini tutmaya kıyamıyorum, öpmek ne. yüzyüze de çok nadir geliyoruz zaten. elif'le günler benim için su gibi akıp gidiyor. i̇ki ayı deviriyoruz ta ki, yine şans mı dersiniz yoksa kader mi bilmem, örüyor yine ağlarını. yakın bir arkadaşım var cevdet. -buda bir yere not düşülsün, ilk güven duygumun yerle bir olduğu andı- cevdet ile aynı sınıftayız. çok temiz çocuk cevdet. ama çok haylaz, temiz olduğundan fazla haylaz. cevdet'e bir paragraf ayırmamak ayıp olur tabi. cevdet okula ilk geldiğim sene tanışamadığım tek insandı diyebilirim. çünkü çok sakınan bir kız arkadaşı vardı. herkesten sakınan. hiç anlam verememiştim. daha sonradan anlamıştım ki oda ilginç bir hikayedir. cevdet lisenin ilk senesinde tam it kopuk diyeceğiniz tiplerden. her şey var. sigarası, alkolü, kafa yapıcı maddesi. parası yok ama cevdet'in, çok sevilen bir arkadaş değil. kızlar, onun gözünde sadece cinsellik için var olan varlıklar ya da bir mutfak robotu. her insanın duracağı bir yer vardır bilirsiniz. herkese göre değişir ancak cevdet için bu nokta değer verdiği bir kaç insana zarar vermesi oldu. kafa yapmak için arkadaşlarıyla beraber kullandığı çakmak gazı, sigara yakmaya çalışırken patlaması sonucu, yakmış cevdet kendini ve arkadaşlarını. kemiğinin üstü görünecek kadar yakmış kendini. yaptıklarının cezasıydı belki de. buna ben karar veremem. o çok değer verdiği yakışıklı yüzü bir ay sargı da kalmış. o an elinden sevgi tutmuş işte. öncesinde sadece dalga geçtiği bir kız sahip çıkmış ona. oda bağlanmış delicesine. öyle ki değiştirmiş kökten bütün hayatını. cevdet'in benim hikayeme girdiği yer, o kızdan ayrıldığı zamana denk geliyor. cevdet iki yıl süren, kız arkadaşının üstünde annesinden daha fazla baskı oluşturduğu bu ilişkiden sonra yazmaya başladı eski havasına dönebilmek için. yanlış anlaşılmasın cevdet bir şair veya yazar değil. kızlara yazmaya başladı. eski cevdet olmak istedi kötü alışkanlıklarından uzak. bilmiyordu kimse elifimi. sadece kendime saklamıştım onu. kimsenin bilmesi gerekmezdi, ben severdim ya elif'i o bana yeterdi. cevdet ona da yazmış. numarasını istemiş. komik gelmişti, basketbol oynayan cevdet'in telefonuyla oyun oynarken elif'ten mesaj gelmesi. cevdet'le yakın olmaya başlamasak hayatında hiç kavga etmemiş ben, onu oracıkta öldürebilirdim. herkesin önünde. okulun bahçesinde. ancak fevri davranmadan olayı öğrenmem gerekiyordu. bu yüzden cevdet'i çektim kenara sordum. eski haline dönmüş cevdet yine kızların ilgisini çekiyordu üzerine. cevdet diye isim mi olur lan? sordum nedir ne değildir. mesajları okudum. ikimizde arkadaşlığımıza değer veriyorduk. en çok üzüldüğüm ise benim bir ay dil döktüğüm insanla cevdet'in arasında 5. cümlede her şey gelişmişti. bu sefer dedim cevdet'e bizde bir oyun oynayalım. hemde görmek istiyordum kalbimi söken kalpsizi. içten içe de umut ediyordum, altında yatan farklı bir neden arıyordum. belki dedim, benim elifim yapmaz. yaptı. i̇kimizle de konuşuyordu, cevdet'e söylemişti beni ama benim cevdet'ten haberim yoktu ve mesajların akşamında cevdet'e dayanamayan elif, beni bırakmak istediğini cevdet ile yola devam edeceğini yazdı. hazırlıklıydık. her ne kadar gözümle görmüş olsamda inanmıyordum. inanmak istemiyordum. onu görmek istemiyordum. ruh gibi dolaşıyordum ortalıkta. güven duygumu yerle bir etmişti elif. birde benim yazıları yazdığımı söyleyen bir çocukmuş sınıflarından. bana elif'in en yakın arkadaşım diye tanıttığı. daha sonra onunla sevgili olmuşlar. hadi emre rakıya. bir akşam bu olay üzerinden yaklaşık 4 ay sonra sömestr tatilinde, alkolün verdiği yetkiye dayanarak yazdım elif'e. o anlattı bende inandım, ya da inanmış gibi yaptım. "ben zaten biliyordum beni denediğinizi çok tezatlık vardı işin içinde". ne diyebilirim ki? zaten daha basitine bile inanırdım. salak gibi her gün yazıyorum. ilk uyandığım anda mesaj attığım elif oluyor, yatmadan önce en son fotoğrafına baktığım elif. bir hafta sürdü sadece. "yapamam" dedi. "sana güvenim kalmadı yaptığından sonra". kendimi suçladım. çünkü o kusursuz olabilirdi ben olamazdım. cevdet'le aynı dershaneye gidiyorduk. elif'in tekrar beni bırakması üzerinden üç gün geçmişti. teneffüste bir maaşına iddiaya girmek istedi cevdet. iddia yine aynı. elif cevdet'e döner mi? hayır dedim. dünyanın en emin adamı olarak. bu sefer elif'in aşkına değil, arkadaşlığına güveniyordum. bir ders sonrasına vakti vardı. o ders geçmek bilmedi. ayrı sınıflardaydık aşağıya indim koşarak. beklemeye başladım. paraya ihtiyacım vardı. cevdet geldi ve "emre ben sanırım elif'i seviyorum" dedi. yüz ifademi görseydiniz, bir katilin hikayesinin başlangıcı gibiydi muhtemelen. ben öyle hissediyordum. ama hep hissetiklerimi gizlemek büyük bir yeteneğim olmuştu. öyle görünmüyormuş. cevdet'e cevap verene kadar geçen, beynimin içinde on dakikaya kadar uzayan, 3 saniye de neler döndüğünü içerde bilemezsiniz. ama bileceksiniz. bir hesap yapıyordum. bu seferde acaba elif ile cevdet anlaşıp beni mi deniyorlardı? yoksa beni çok seven arkadaşım cevdet gerçekten yine birini mi seviyor? arkadaşlarımı çok sevdim hep. cevdet'in de bende çok ayrı bir yeri vardı. onun tekrar birini sevebileceğine inanması kadar beni mutlu edebilecek bir şey yoktu. işte fedakarlığı da o zaman öğrendim. kendi kalbimi parçalamak uğruna; cevdet'in sevdiğimin ellerini tutmasına, ona sarılmasına, onu öpmesine, sabahları ilk düşüncelerinin o olmasına ya da yatarken son anda birbirlerini düşünmelerine dayanabilecek miydim? "nasıl yani?" dedim cevdet'e. anlattı. yalan söylüyor gibi değildi. arkadaşlığımızı basit bir hoşlantı için zedelemeyeceğine güveniyordum. "sen izin vermezsen asla yapmam" dedi. "ona yazdım, bu sefer bana çıkıştı yine beni deniyorsunuz dedi zor inandırdım. valente iddia falan umrumda değil ben bu kızı seviyorum". orada belkide dövmeliydim onu. daha mı iyi olurdum şimdi daha kötü mü bilemiyorum. hiç bir zaman bilemeyeceğim. bu bana bir şans doğurdu. etrafımı tanımak için bir şans. benim gibi, birini çok seven burak isyan etti olmaz öyle şey diye. benden daha azını hissedip çok çok daha fazlasını söyledi. bense bir volkan gibiydim. i̇çimdeki lavlar beni de yakıyordu ama orada tutuyordum. ne diyebilirdim ki? ben olamadım onunla, onunla olmak ne güzel şey oysaki, bunu cevdet'in elinden alamazdım. bir şansı varsa neden olmasın? "tamam izin veriyorum" dedim. cevdet çok sevindi, burak'sa şaşkınlıktan baka kaldı, bir anda sarıldı bana. en azından bir tesellim olmuştu. cevdet'in omuzlarından tuttum gözlerinin içine bakarak asla unutmayacağı sözlerimi söyledim "bak kardeşim, ben senin eline kalbimi veriyorum, sen şu an basit bir kızla bir şeyler yaşamak için benden izin almadın sadece, arkadaşlığımızı da sınıyoruz seninle. bunun değerini iyi anla, sakın unutma". cevdet anlamıştı vermek istediğim mesajı. dershane bitti ben mutlu görünüyorum yine. burak hariç kimse anlamıyor kötü olduğumu. evimle dershane arası çok kısaydı. eve gittiğimde yatağıma gömüldüm. kalbimin atışını kafamda hissediyordum. nefesim daralıyordu. yattım sadece hareketsiz, bomboş beyaz duvara bakarak. ah o duvarlar yok mu, her anında baktığında bakmayan, bağırdığında duymayan. üç saat geçmiş. telefonum çaldı. arayan elif'ti. açtım ne umut ettiğimi bilmeyerek. sesini duymayalı o kadar zaman olmuştu ki. ayağa kalktım onunla konuşurken. ona duyduğum kendime duymuyordum. benden oda izin istedi. duvara yaslanmış, gözümden ince bir yaş süzülürken kafamı duvara vurdum. yavaş yavaş yere çökerken "benim istediğim sizin mutlu olmanız, seni mutlu görmekten çok beni mutlu edebilecek bir şey yok." bunu söylerken bir daha vurdum kafamı. sesim değişmiş biraz. yaklaşık 3 dakika konuşuyoruz. bana en son "valente sen çok iyi bir insansın" diyor ve kapatıyor. işte ilk yok olmaya başladığım andı bu. üç ay sevgili oldular, iki kere cevdet'i dövmeye çok yaklaştım, bir kere onu elif'in eski sevgilisinden kurtardım, üç kere sahilde saatlerce bira içtim, sigara içmeye başladım, 1 şişe rakı bitirdiğim akşamlar oldu, ergenliğin zirvelerine çıktım, annem fark etmiş ki yakın arkadaşlarımı arayıp valente neden ruh gibi diye sormuş defalarca. benim üzerime düşen arkadaşlarım oldu. cevdet'e benim yerime düşmanlık besleyen de oldu tabi. elif'le hikayemin sadece başlangıcıydı bu bitti mi dersiniz? hayır. kesinlikle bitmedi ama sevgiye dair inançlarımın zayıflamasına, bir sevgiliye bakışımın değişmesine neden olan en başlıca olay buydu. çok fazla sıkmadan sizi hikayem için bilmeniz gereken bu bence. yok olmak için bir sonrasında kaybetmeniz gereken şey ise korku. ama bu entirinin konusu değil bu.
      1okuyorum :) - adenozin 11.08.2017 12:11:20 |#3402277
    4. 11
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bir arkadaşın önerisi üzerine daha kısa entiriler halinde böleceğim hikayemi. ilk korktuğumuz şeyi hatırlıyor muyuz? belki bir böcekten, belki karanlık koridordan, belki kaybetmekten, hatırlamadığımız milyonlarca şeyden. ben ise hayatımı zindan eden ilk korkumdan başlamak istiyorum. dördüncü sınıfa geçtiğim yaz tatilinde, köyde en büyük amcamın evinde, yer yatağında yanyana yatarken kuzenlerimle -her zaman çok sevmişimdir uyurken yanımda biri olmasını- ilk büyük korkumu yaşamıştım. tavandan inen örümcek mi dersiniz? hayır. karanlık mı dersiniz? yanından bile geçemez. işte o gece, ütopik hayallerle düşüncelerimi oyalayamadığım her gece kafamda gezinen tilkiyi yarattım. bir anda, nereden esti o rüzgar bilinmez, girdi düşünceler. düşünmesi gereken tek şey, atölyeden aldığı parçalarla oynamayı düşünmesi gereken ben, hayatın en büyük yükünü omzuma bindirmiştim. küçük fil'in hikayesini bilir misiniz bilmem. ben bir çocuk kanalında izlemiştim ve kendime çok benzetmiştim. hatırladığım kadarıyla biraz uyarlamasını yapayım ve özet geçeyim: "küçük bir fil ailesine mensup küçük fil her gün oyun oynadıktan sonra, her gece annesiyle babasının arasında yatarmış. dünyanın en sevdiği yeri onların yanıymış ve çok güvende hissediyormuş. çünkü küçük fil karanlıktan korkuyormuş. küçük fil büyümeye başladıkça irileşmiş ve annesi ile babasının yanına sığmamaya başlamış. bir gece yine yatarlarken babası yataktan hop diye düşmüş. ertesi gün küçük fil çok üzgünmüş çünkü annesi ve babasıyla uyuyamayacakmış. büyümekten nefret etmiş. karanlıkta tek başına uyuyacak zorunda olması onu çok korkutmuş." "annesine anlatmış ve büyümeyi sevmediğini, üzüldüğünü söylemiş. annesi ona büyümesinin normal olduğunu söylemiş. akşam babası eve geldiğinde ona bir hediye vermek istemiş. merak eden küçük fil, hediyeyi almış, bir gece lambasıymış. yalnız yatmak zorunda olduğunu anlamış. gece annesi onu yatırırken öpmüş ve yavrusunun korktuğunu anlayınca gece lambasını açmış. küçük fil birde ne görsün, lambanın ışığı yanmasının yanı sıra müzikte çalıyormuş. çok sevinmiş küçük fil. annesi ona büyümenin çok güzel bir şey olduğunu, onun büyüyüp kendisine güzel bir aile kurabileceğini, okula gideceğini anlatmış. isterse yine yanlarına gelebileceğini anlatmış. mutlu olan küçük fil bu sefer kendisi istemiş kendi odasında yatmayı ve işte o an gerçekten büyüdüğünü hissetmiş."
    5. 11
      +
      -entiri.verilen_downvote
      küçük yaşlarımda hep annemle babamın yanında yattım. küçük fil hikayesinde olduğu gibi. büyüdüm babam yatağında yatamadı. bir gün annem bana cesur filin hikayesini hatırlattı. bende kendime rol model olarak onu aldım -o kadar kilo almamın sebebi o muydu bilinmez- kendi yatağımda yatmaya başladım. belki küçük fil'in hikayesi hiç olmadı. kimse yazmadı. belki sadece beynimin beni kandırmak için uydurduğu, kendimi böyle güvende tuttuğum ve kendimle özdeşleştirdiğim bir uydurmaydı. asla bilemeyeceğiz. işte o gece yatarken küçük filin hikayesinin farklı bir boyutta görmeye başladığım bir çağa geçtim. bu sefer gerçekten korktum. gelecek korkusunu, büyümenin verdiği sorumlulukların ağrısını iliklerimde hissettim. hepimizin her an yaşayabildiği bir korku. gelecek korkusu veya kaygısı. bir anda bu sene dördüncü sınıf olacağımı düşünmeye başladım. büyüyordum. yeni derslerim vardı. artık hayat bilgisi yoktu, sosyal bilgiler vardı. daha anlamını bilmediğim bir kelimeyle başlayan derste nasıl başarılı olacaktım? neyse dedim kendi kendime, zeki bir çocuktum annemin ve öğretmenimin söylediklerine göre. geçerdim ben sınıfın en başarılı öğrencilerindendim. beşinci sınıfı düşünmeye başladım. sabah altıda kalkıp okula gitmek çok zor olsa gerekti çünkü abim zorlanıyordu. biraz daha fazla korkmaya başlamıştım. uykum gidecekti ve zor işti beşinci sınıf olmak. hemde sınıfları karıştırabilirlerdi. önlüğü çıkartıp kravat takmaya başlayacağım yıllar geldi bir anda aklıma. ortaokulda ne yapacaktım peki. bende abim kadar büyük olacak mıydım? küçükler bana abi diyecek miydi? okulda müdür benimde adımı bilecek miydi? okulda sekizinci olabilecek miydim? bunlar ne büyük şeylerdi? sonrası? liseye gidebilecek miydim? doktor olabilecek miydim? avukat? sahne sanatçısı? bir anda kalbim hızla çarpmaya başladı. nefesim sıklaştı. ya sonrası, olsam ne olacaktı ki? evlenebilecek miydim? elif benim eşim olacak mıydı? ailemi nasıl geçindirecektim? fakirlerden para alacak mıydım? ya annem ölürse? ya da babam? bana kim bakacaktı? hayır hayır akrabalarım var benim onlar bakar. peki ben ölürsem. ya deprem olursa? korku; benim ilk sorgularımdı. korku sayesinde sorgulamaya başladım. işte o an sorgulamaktan dahi korktuğum tek gerçeğe sığındım. allah'a...
      2devamını çok merakla bekliyorum. buradan itibaren kendi hikayeme benzetmeye başladım. son cümleyi okuyunca hele ellerim titredi. bunu ben yazdım da hatırlamıyor muyum dedim kendime. - la esperanza 11.08.2017 12:37:28 |#3403180
      2ben korkmama rağmen sorguladım ama iyi miyim değil miyim, neye inanıyorum hiçbir fikrim yok. - la esperanza 11.08.2017 12:38:51 |#3403435
      1benzer hikayede farklı hayatları paylaşıyoruz demek ki :) devamında sorguladığım bölüm içinde çok fazla zaman ayırıcam - valente 11.08.2017 12:46:42 |#3403627
      butun yorumlari goster (7)
    6. 10
      +
      -entiri.verilen_downvote
      hepimizin sorgulamaya başladığı bir dönem vardır biliriz. bence sorgulamayan insan ottur. açık ve net. sorgular korkanın bünyelere göre değildir. çünkü en büyük soruların cevabı, en büyük korkulara çıkar. hikayemde bahsettiğim ilk sorgumdu. ilk büyük korkumu ortaya çıkarmıştı. bilemezdim daha büyükleri de olduğunu. hayatta kabul etmemiz gereken bazı gerçekler vardır. asla değiştiremeyeceğimiz. bunları göz önüne alıp ilk etapta kabullenmek çok güçtür. sadece gerçekten güçlü kişilere bahşedilmiş bir erdemdir kabullenmek. beşinci sınıfa giderken bir korku filmi izlemiştim annem ve bana öz abla kadar yakın olan, sadece abla diye seslendiğim kuzenimle. karabasanları anlatıyordu. o yaşıma kadar karabasan diye bir şeyin varlığından haberim yoktu. o zamandan sonra karanlıktan korkmaya başladım. asla o korkumun üzerine tam anlamıyla gidemedim. hala işık açık yatmak daha güvende hissettirir. şu an şaşırıyorum bunun üzerine gidemeyen ben gerçek kurtarıcımın üzerine nasıl gittim? ölüm hayatın yegane gerçeği. bunu bize bütün din öğretileri dahi defalarca anlatıyor. bütün dinler ölüme inanıyor. ölümü değiştiremiyoruz. sevdiğimiz herkes ölecek bunu biliyoruz. en iyi bildiğimizde bu. her şey, herkes ölecek. öldükten sonra ne olacağı ise bu entirinin konusu değil. hayatta ki en büyük gerçeklerden bir diğeri yalnız olduğumuzdur. i̇sterseniz etrafınız canınızı verebileceğiniz dostlarınızla dolu olsun, isterseniz bir evlada sahip olun, -insanların çocukları için neler yapabileceğini görmeme rağmen bunu söylüyorum- isterseniz büyük bir aşk yaşıyor olun... kafamızı yastığa koyduğumuz o an yalnızız. ne hissetiğimizi hiç kimse bilemez. bizi asla kimse tam anlamıyla hissedemez. bu dünya da tek başımızayız. ancak söylenene göre sadece bir varlık biliyor bizi. bizi bizden daha iyi tanıyan, biz konuşmasak hissetmesekte anlayacak olan tek bir varlık. bu ülkede yaşayan herkesin, bizzat kendisiyle olmasa da ismini duyanlar tarafından tanıtıldığı varlık. hepimiz biliyoruz. dinlere belirli bir yaşıma kadar inanıyor olmamın tek bir sebebi var, aksini ne gösteriyor olursa olsun; tanrıyla tanışmış, onunla konuşmuş olmam. yalnız olduğum her an, beni anlayabilecek bir şeye sahiptim. lise ikiye geçtiğim yaz amcamın yanında arıcılık yapmaya ve çalışmaya gittim. amcamın oğlu köyde yetişmiş, başka işlerde çalışmamış ama kendini çok iyi yetiştirmiş düşünen bir adamdı. daha önceden bahsettiğim üzere baba tarafımdan aleviliğe mensubum. kuzenim alevilik öğretilerinin tamamının etkisinde büyümüş ibadetlere katılmış etrafında çoğu zaman sadece aleviler olmuş. bir gün konuşurken dinin ne kadar saçma olduğundan bahsetti. her şeyi dalgaya alan, gülüp geçen bir adamdı. bir deyişin başını söyledi, sonrasında bir küfür ekledi ve bizi güldürdü. kuran'ın tarihi hakkında konuştuk. aklında din ile ilgili hiç bir şüphe olmayan birine ilk kıvılcımı vermişti. anının devamında bilinmesi gereken bir ayrıntı yok. bilinmesi gereken her şey, benim her zaman kafamdaki düşüncelerle savaştığım yerde başladı. kafamı yastığa koyduğum yerde. karanlıktan hallice barakada yorgunluğumu atmak için kendimi attığım yatakta, uykuya dalmadan önce bir tilkii yakaladı beni. beynimin içinde tilkiyle aramızda geçen diyaloğu anlatmak istiyorum.
      0değindiğin yerler cok güzel ve kelimelerin cok kuvvetli - eeffu 11.08.2017 15:40:59 |#3418965
      1çok teşekkür ederim :) böyle küçük yorumların bana ne kadar desteği olduğunu bir bilseniz - valente 11.08.2017 15:55:38 |#3583287
      0rica ederim :) takipteyim bekliyorum devamını meraklandım :) - eeffu 11.08.2017 15:57:19 |#3420312
      butun yorumlari goster (6)
    7. 10
      +
      -entiri.verilen_downvote
      teta i fi tarihinde, öğlen sularında bir çöldeydim. etrafıma baktığımda her yer aynıydı. turuncu ile sarı arasında renkte, kimi yerde ufacık tepecikler oluşturmuş kum. çölde olduğum aşikar. tahminlerime göre burası ünlü kaf dağı'nın ardında ki çöldü. burada ne işim olduğunu inanın bilmiyordum. nasıl oraya gittiğimi de. hayatta kalma mekanizmamızı bilirsiniz. vücudumuz bulunduğumuz en zor şartlara adapte olmaya çalışır. benim elimde bir tek bu vardı. ancak aklımı oynatmama sebep olacak bir sıcak vardı tepemde. üstümde ise yatarken giydiğim kıyafetlerim. keşke bir şapka taksaymışım diye geçirdim içimden. üstümdeki tişörtü kafama bağladım. öncelikle düşünmem gerekiyordu. okuduğum kitaplarda ki karakterler üzerinden çıktım yola. ne yazık ki "simyacı" dışında çöllerde teknoloji olmaksızın bi şeyler yaşayan bir karakter yoktu hafızamda. anlayacağınız üzere bu karar sadece bana kalmıştı. minimum vücut ihtiyaçlarım doğrultusunda kendimi kurtarmam gerekiyordu. bir şey düşünemez haldeydim. çölde bulunduğum son üç dakikalık süreçte sıcaktan beynim erimiş gibi hissediyordum. sabit bir noktada enerji harcamazken bile çok kötüydüm yürüsem neler olurdu kim bilir? öyleyse bıraktım kendimi yere. ne kadar yürüsem de bir yere ulaşamayacaktım çünkü. son gücümle bir kere bağırmak istedim. avazım çıktığı kadar yüksek bir sesle "keşke biraz su olsa" diye haykırdım. bilmediğim bir anda kendimi kaf dağı'nın ardında bir çölde bulmamdan daha garip bir şey oldu o an. uzanırken alnımda ufak bir dokunuş hissettim. gözlerim kısık bir şekilde açıktı. ancak kimseyi göremiyordum etrafta. sonra bir dokunuş daha. bu sefer sağ ayak bileğime, sıyrılmış pijamamdan açık kalan yere. bir tane daha tam koluma. bir anda şıpırdamaya başladı her yerimde ve tatlı bir yağmur başladı...
      0bekliyorum - la esperanza 11.08.2017 14:27:29 |#3412244
      2birazcık mola vermem gerekiyor ancak bunu özellikle senin okumanı isterim. işteyim ve hastam var şu an. ama en kısa zamanda yazacağım - valente 11.08.2017 14:31:09 |#3583321
      1kolay gelsin. sabırsızlıkla bekleyeceğim :) - la esperanza 11.08.2017 14:33:42 |#3413086
    8. 9
      +
      -entiri.verilen_downvote
      teta ii yağmurun başlamasının ardından ayağa kalktım, ağzımı göğe doğru açtım ve hayatımda içtiğim en lezzetli suyu tattım. dizlerimin üzerine çöktüm, ellerimi yağmur getiren spartacus gibi iki yana açtım. "senin varlığından şüphe ettiğim için beni affet" diye haykırdım. beni buraya gönderen allah'tı. bana bu yağmuru verende. dört büyük kitaptaki hikayelerde olduğu gibi onun varlığından şüphe edenleri yola sokacak bir peygamber ilan etmişti beni. önce kendini kanıtlamıştı bana. acı çekmemi istemiş, adeta cehennemin fragmanını göstermişti bana önce, sonra ise cenneti bahşetmişti. cennet bir bahçe değildi. bir histi. içimde hissediyordum, bir melek dokunmuş gibi ama çok daha fazlası olduğunu biliyordum. "bunu yapan o düşündüğün varlık değil" dedi arkamdan bir ses. yorgun ama bilge bir sesti. içimde bir anda çok büyük bir merak duygusu uyandı. ayaklarımın üzerine doğruldum ve "diz çök" diye güçlü bir sesin komutuna karşı koyamayarak tekrar dizlerimin üzerine düştüm. dizlerim kanadığını hissediyordum. ses arkamdaydı dönüp bakamıyordum. benim ona sormama kalmadan o başladı söze: "tanrının varlığından emin olmak için çölde yağmur yağması yeterli gelecektiyse eğer o zaman tarihe bakabilirdin. bunu zaten biliyordun tabi. çöller 2 milyon yıl önce çok güzel bahçelerdi, yağmur ormanlarından daha yeşildi" dediği anda yağmur dindi ve hayatımda gördüğüm en güzel orman topraktan bir anda yeşerdi. toprakta hiç görmediğim rengarenk çiçekler açtı, ağaçlardan birinin altında koşturan sincaplar yuvalarına çıktı. bir ceylan başka bir ağacın altında, o anda gördüğüm, ufak bir akıntıdan su içiyordu. betimlemeye kelimelerin yetmeyeceği bir ormanın ortasında dizlerimin üzerine çökmüştüm. dizlerimin üzerindeki yaraların acısını hissetmiyordum bile, çünkü altında dünyanın en rahat çimeni bitmişti. gözümü alamadığım güzelliğin karşısında, gözümden gelen iki damla yaşa engel olamadım. toprağa düşen iki damladan iki bebek çıktı. ikiside dünyanın en güzel bebekleriydi. birisi erkek birisi dişi. ben bu duyguları belki de salisenin bende birinde yaşamışken ses devam etti. onun kim olduğuna ve nerede olduğuma dair sorularımın hiç birine yer kalmamıştı aklımda. "tanrıyı aradığın için geldin, eğer ayağa kalkamazsan bir hayale aşık olursun, gözlerin seni kandırır ve kendi benliğinden koparsın. insan olmanın özünü anladıysan eğer valente bir hayale dalmak senin hayatın için biçilmiş değerlerden değil" her ne kadar karşımda beni ağlatacak güzellikte bir manzara olsada onun sesi hepsinden daha etkiliydi üzerimde. ayağa kalkabileceğimi hissettim. kalktım ama bu sefer kalkan ben değildim. dizlerimin üzerine düştüğüm ilk andan sonra sanki içimdeki her şeyi toprağa vermiş gibiydim. tüy kadar hafif hissettim kendimi. çimlerin üzerine bakınca gerçek anlamda öyle olduğumu anladım. çünkü orada öyle durmuş olmama rağmen el değmemiş gibiydiler, ayağımı kaldırdım. altı da öyleydi. olduğum yerde zıpladım, küçük bir trambolindeymiş gibi bir çim tanesinin dahi beni yukarıda tutmakla kalmayıp geri sektirdiğini hissettim. "umarım artık etrafındaki ormandan daha önemli bir şey olduğunu fark etmişsindir" dedi ses. ona döndüm. kısa boylu, biraz eğri duran adam kafasında kapşon tarzı bir başlık taşıyordu. istemsiz bir şekilde "usta splinter?" diye seslendim. başı eğik duruyordu ancak gülümsediğini sezmiştim. "ondan biraz fazlasıyım" dedi ve başlığını geriye çekti. karşımda ki, sadece insan gibi duran bir tilkiydi.
      0okudum, pusudayım :) - la esperanza 11.08.2017 15:24:22 |#3417585
      1umarım benim gözümden sardığı kadar sarıyordur. - valente 11.08.2017 15:27:18 |#3417372
      0okurken yüzümde tebessüm oluştu, sarıyor mudur sence? - la esperanza 11.08.2017 15:29:13 |#3417990
      butun yorumlari goster (12)
    9. 9
      +
      -entiri.verilen_downvote
      teta iii garip bir gün geçiriyordum. nasıl olduğunu bilmediğim bir anda, kaf dağı'nın ardında bir çöle gelmiş olmam mı, çölde yağmur yağması mı, bir sesin iradesiyle hareketlerimin kontrol edilmesi mi yoksa gözümün önünde, çölün ortasında bir anda ormanın büyümesi mi? bu kadarı yetmiyormuş gibi usta splinter kılıklı bir tilkiyle konuşuyordum. bunların hepsine sebep olan tilkiyle. tilki'nin yüzüne anlamsızca baktım. bazı cevaplar istediğimi biliyor gibiydi. söze girdi; "valente, çıldırmak üzere olduğunu biliyorum." ah çok teşekkür ederim beni anladığın için dedim içimden. "ben senin tanıyabileceğinden çok daha üstün bir varlığım. ama en büyüğü değilim. bir düzenin parçasıyım. bu şansa bir kere sahip olacaksın. benimle sadece bir kere konuşabileceksin... bir kısım bundan fazlasına sahip olabilirken, bir çoğu bundan çok daha azına razı olmak zorundadır. bu şansı iyi kullanacağını biliyorum. sen sormadan söylemek isterim ki; bu görüşme için benim de üstlerim tarafından, kafanda dolaşan 'tilkilerin' cevapları için buraya gönderildin. bana istediğin gibi hitap edebilirsin. benimle karşılaşanların çoğu benim tanrı olduğuma inanıyor. ama ben o değilim. sonuçta senin öğrenmiş olduğun tanrının üstünde bir güç bulunmuyor ama benim üzerimde bulunuyor. her şeyden önce benimle beraber otur ve iç." dedi eliyle sağ taraftaki boşluğu göstererek. o gösterdiği anda yerden yeşillikler ve yine önceden görmediğim bir çardak yükseldi. oturdum önümde bir tabak ve bardak duruyordu. boş tabak ve bardağa baktım. gözümü açıp kapadıktan sonra bir anda tabak doldu. bardağın içi de aynı şekilde. hayatımda yiyip içtiğim en güzel şeylerdi. hala bunu söyleyebilirim. kafamda deli sorular dönüyordu ama nereden başlayacağımı bilmiyordum. ancak anlamıştım bu bir din meselesiydi. "bana tanrıyı anlatmanı istiyorum" dedim. söze başladı "tanrı denilen olgu fi zamanında ortaya atıldı, fi zamanına kadar devam edecek. en büyük korkuları yerle bir etmek için ben ve üstlerim tarafından çıktı" aldığım cevap beni şaşırtmıştı. şok olmuş bir şekilde "yani allah yok mu diyorsun?" dedim. gözlerini benden ayırmadan "hayır ben bunu söylemedim, sen bana tanrıyı sordun müslümanlığın taptığı allah'ı değil". "aynı şey olduğunu sanıyordum" dedim. "hayır" dedi "aynı şey değil. o bir özel isim olarak nitelendirilebilirken tanrı nitelendirilemez. tanrının tarihi insan uydurmalarıyla başlar. belki de gerçekleriyle bu bilinmez. insan tarihinde ki bütün uygarlıklar, neredeyse farklı tanrılara inanmışlardı. hepsinin ayrı tanrılara inanması, ortak payda da buluşmaya çalıştıklarında yüzlerce farklı tanrı çıkması sonucu, hepsinin yalan olduğunun varsayılmasına yol açmıştır. insanlar o zaman anlamışlardır kendilerinden daha büyük bir güce inanmak ve ondan güç almak için kendilerine göre tanrılar yarattıklarını. böylelikle ortak paydada en yakın buluşulanlara daha çok inanılmıştır. ortak payda da buluşanlar ise ilahi dinler olarak sayılan dört dindir. çok fazla sürmemiştir bu dinlerin dünyaya hükmetmesi. kimisi daha uzun, kimisi daha kısa, kimisi daha büyük kitlelere, kimisi daha küçük kitlelere hitap etmiş bu günkü dengesizliği oluşturmuştur." "peki bu dinlerin varlığı gerçek mi" diye sordum. "bunu kimse bilemeyecek" dedi. "bence öncelik vermen gereken sorular bunlar değil. bir din hocası için bu kadar uğraşmana gerek kalmaz ve hiç biri benim gösterdiklerimi sana gösteremez, sadece anlatır. bense din için konuşmaktan daha fazlası için gönderildim. neden bu buluşmanın bu gün olduğunu merak etmiyor musun?" dedi. "ediyorum, neden bu gün?" dedim. "çünkü hayatının en önemli sorusunu kendine bu gün sordun..."
      0çok teşekkürler bir entri daha girdiğin için - la esperanza 11.08.2017 16:56:03 |#3427834
      0rica ederim beni onore ediyorsun - valente 11.08.2017 17:02:13 |#3428996
    10. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      anlatması uzun sürüyor. bu yüzdendir ki; anlaşılmaktan çok hissedilmeyi önemsiyorum..
    11. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      teta iiii kafası allak bullak olmuş ben saatler boyun konuşuyorum tilkiyle. belki de günler boyu çünkü onunla konuşurken hesapları karışıyor insanın. tilkinin, hayatım boyunca sorgulamadığım şeylerin cevabı için gelmiş olduğunu öğreniyorum. anlayabilecek birini bulamam diye. beni hiç bir şeye sürüklemedi tilki. benim sorduklarıma cevap verdi hep. öğrendim ki o sadece kafamızdaki soruların belli bölümüne cevap veriyormuş. mantık yönüne. duygularla ilgili hiç bir şey bilmiyordu bende ona bir şeyler anlattım. o yüzden barbara palvin'i nasıl tavlarım dediğimde, bana pek istediğim tarzda cevaplar veremedi. tilki ile konuşurken etrafım sürekli değişti. ormanlar yavaş yavaş yok oldu. tekrar çöl oldu. zamanımızın sonuna geldiğimizi bende sezmeye başlamıştım. son sorularımı sordum tilkiye. "sen kimsin? burası gerçek anlamda neresi? buraya nasıl geldim?" "sonuncusuna cevap vermem hepsine cevap olur. kendini çölde bulduğun andan sonra ilk cümleni hatırlıyor musun?" dedi. "evet" dedim. bir tilkiyle konuşurken aklınızda bulunsun; karışık konuşmayı ve kelime oyunlarını seviyorlar, ama başkası anlatırken çok düz anlıyorlar. "peki bir kere daha bağırsan ne olur sence?" dedi ve bağırdım, aynı şekilde haykırdım. yine önce bir dokunuş hissettim bu sefer saçlarımda, sonra omzumda. sonra dünyanın en lezzetli suyundan aktı gökten. işte o an anladım tilkinin kim olduğunu. tilkiye baktığımda artık o tilki değildi. kendime bakıyordum. son bir cümle söyledi ve kayboldu "aslında hiç dışarı çıkmadın, sadece daha içeri girdin". son bir kere daha görmek istedim ormanı. tekrar büyüdü ağaçlar. bu sefer bebekleri sevdim. öptüm birer kere. o kokuyu asla unutmayacağım. saatlerdir düşüncelerimle konuşuyormuşum. bana saatler gibi gelmiş ama, sanırım sadece on beş dakika geçmiş. bense hala kırmızı ışığa bakıyorum, ufak barakayı loş bir ortama çeviren. o an fark ettim ki o orman, bir kitapta okuduğum "çöller her zaman çöl olarak kalmayacak, yaşamakta olduğu yaklaşık iki milyon yıllık kuraklıktan kurtulunca eskisi gibi yeşil olacak". aslında hep bildiğim ama korkularımdan dolayı, hep bilinçaltıma yığdığım gerçeklerle yüzleşmişim. dinden ilk soğuduğum andı. daha sonra yatağa kafamı her yastığa koyduğumda konuştuğum yaratıcımı hissedememeye başladım. rüzgarın sesini duydum. ama beynim üstün çıktı kalbimin inandığı şeye. yaratıcımı her geçen gün kaybettim. bir gün yaratıcının olmayışı düşüncesi ile cebelleşmeye başladım. bir akşam ya yaratıcı olmasaydı diye düşündüm. ama o hikaye başka bir entirinin girdisi. belki de o tilki gerçekti. sanırım bunu asla gerçekten bilemeyeceğiz.
      0lise ikiden bahsetmiyor muydun? kafam karıştı şimdi, barbara palvin nereden çıktı? - mavimi 11.11.2017 09:01:00 |#3583575
    12. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bir hikayem bitmedi, yorgandan yastıktan kokusu gitmedi
    13. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ilk ateist olduğum an yine yatağımda yatıp duvara bakıyordum. aklımda her zaman ki gibi deli sorular. o kadar abanmıştım ki dine kendimi geri döndürmek için, cübbeli ahmet hocayı bile izliyorum. sürekli ılımlı islamcıları okuyorum veya dinliyorum. hatta bir tanesinden randevu dahi istedim. "hocam, ben kafamdaki dinle ilgili bir çok soruya engel olamıyorum" dedim özetle. cevap verdi mi? hayır. iş yine başa düşmüştü. tilkiyi istedim yanımda. dediği gibi bana sadece bir şans vardı. son zamanlarda yok olma düşüncesi yine beni kovalıyordu. en büyük korkum haline dönmüştü. işte yine tilkiyi dileyip duvara baktığım o akşam -asansöre yalnız bindiğim zamandan sonra- ilk defa bir korkumla, hemde en büyük korkumla yüzleştim. yok olmak. madem bir yaratıcı yok artık onun sesini duyamuyorum, yokluğunun gerçeğine alışmam gerek. yok olmayı bu sefer hissetmeye çalıştım. hücrelerimin evrene yayıldığını, br bitkiye can verdiğimi, belki bir papatya olarak geri geldiğimi. belki de bizim cennetimiz bu olacak. yok olmayı bir an sevdim. ama bundan daha fazlası olduğunu biliyordum. engelleyemeyeceğim bir gerçekle yüzleştim. öldükten sonrs tamamen yok olmak, bizi her an yok etme tehdidi olan bir varlığın altında olmaktan daha iyi geldi birden. düşüncesi ile bizi yerle yeksan edebilecek bir güçten. cennetin sonsuz döngüsünden. ilk büyük adımımı o akşam attım. artık hayatımı şekillendirmek kalıyordu. hayatımda allah yoktu. bazen diyorum ki keşke kafama hiç girmeseydi bu sorular. en azından daha kolay mutlu olurdum. ama mutlu bir cahil olmaktansa, mutsuz bir bilgin olmak hayatımın her alanında benim makus talihim oldu.
    14. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      dinden kopmak insanı bir üst noktaya taşıyor hayatında. sınırların yok olduğu yerde yeni özgürlükler başlıyor. öncelikle yeni hayat kurallarına ihtiyaç duyuyor insan. omuzlarından atamadığı gerçekler onu yerlerde süründürmesin diye. cennet vaadinden uzak, cehennem tehdidinden sakınmış bir halde yaşıyor. başka ideolojilerde yaşatmak istiyor düşüncelerini. ben feminist oldum mesela önce. kendimden daha büyük erdemler kazanmak istedim, daha büyük amaçlara değer vermek istedim. bir insana bağlanmayı göze alamazdım. lise hayatımda bana herkesten çok farklı bir değer olmuştu birisi. arkadaştan öte sevgiliden bir adım geride. ama o başka bir entirinin girdisi... bende bir kadına hayran olmadım. bütün kadınların yaradılışına hayran oldum. avukat olasım vardı ya, ezilenleri savunmak için, bastırılmış kadınların dili olmak istedim. kendimi buna yönlendirdim. sosyal medyayı buna göre şekillendirdim. en laftan anlamaz salaklara bile kadınların mutfak robotu olmadığını anlattım. bayan değil kadın dedirttim. kadınlara bu kadar yanlış davranılan bir toplumda önce dili düzeltmek gerekir. insanın zikri neyse fikri de o olur derler. bende günde yüz kere allah derdim ama... bir çok feminist kızla -feminizmin ne demek olduğunu bilen kızlarla- arkadaşlık kurdum. bir kızla olay sadece feministlikken ileride taşınır gibi oldu. ancak ideolojisinin farkında olmadığını anladım. hiç bir insandan o kadar çabuk soğumadım. insanlarla daha fazla tartışmaya başlamıştım fikirler üzerine artık bir çekincem yoktu. korkuyu da kaybetmeye başlamıştım.
      1valente sen benim aynadaki yansımamsın. - la esperanza 13.08.2017 14:04:46 |#3443582
      1ne diyeceğimi bilemedim tabi :o - valente 14.08.2017 07:30:07 |#3366798
      0benim yaşadığım olayları yaşayan birilerinin olması düşüncesi beni mutlu ediyor. - la esperanza 14.08.2017 08:51:07 |#3367532
      butun yorumlari goster (11)
    15. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      hikaye bile sayılmaz ama yazmak istiyorum, geçen sene bu sıralar acıbadem bakırköy hastanesi 8. katta erkek bi hemşire resmen vuruldum. ve sadece 2kere gördüm,adını bile bilmiyordum. çok aradım bulmaya çalıştım kim diye ama hiç bi yerde bulamadım.bu saçma platonikliğimi 1 buçuk ay sonra atlattım şükür.(ha tabi hala ellerinin,sesinin güzelliğini hatırlıyorum,ayakkabısını telefonunu bile hatırlıyorum be.)hayatıma da bi kişi ucundan girer gibi oldu çok ilişki yaşayan biri değilim. dün bakırköydeydim,yüzünü çok hatırlamıyorum ama görsem tanıcam biliyorum. sanki camdan görcekmişim gibi kafamı kaldırıp kaldırıp hastaneye bakıp durdum. o saçma,kendimi aptal hissetmeme sebep olan duygular yeniden depreşti. söz verdim kendime görürsem gidip konuşucam hiç bişey kaybetmem çünkü belki de kazanırdım. ve sonuç,görmedim. bu da böyle yarım kaldı
    16. 6
      +
      -entiri.verilen_downvote
      yok olmak çok zor iş. bir çok çeşidi var yok olmanın. görünürken görünmemek çok büyük iş değil ama, gönüllerden koparmak kendini... sevdiğin insanların içinden kendin isteyerek ayrılmak. halbuki en rahat yerler değil mi oralar? bir aralar kafa dağıtmak için üç kızla bir arada konuştum. ama bir hafta bile sürmedi üçünden de uzaklaştım. çünkü bana göre değildi böyle karaktersizlikler. ne kendi kalbimi bölebilirdim o kadar, ne de o kadar kişinin gönlünü bağlayabilirdim ben. canı sıkıldıkça bağlama çalan, sesi güzel olmasa da yalnızken bağıra bağıra şarkı söyleyen bir adamım ben. garip bir müzik zevkim var ayrıca. neşet ertaş'tan i̇ron maiden'a, barış manço'dan tupac'a. her müziğin bana kattığı ayrı anlam vardır... insanlar gözümde çok basit aslında. bu kadar basit yaratıkların çok iyi becerdiği tek şey; her şeyi daha karmaşık hale getirebilmek. insanın psikolojik anlamda ne kadar kolay etki altına alınabildiğini küçük bir hikaye ile örneklendireyim: pavlov'un köpeklerini bilirsiniz. bilmeyenler için kısaca "klasik koşullanma" üzerine bir deneydir. pavlov her gün köpeklerine et verir ve eti vermeden hemen öncesinde bir çan çalar. bunu bir süre devam ettirir ve bir gün sadece çan çalınca köpeklerin ağzı sulanır. köpeğin beyni koşullanmıştır çan sesi duyunca et gelmesine. fizyolojik olarak hazırlar kendini artık. birde bu hikayeyi fi tarihinde, fi adlı bir yerde okuduğum, insanlar üzerinde uygulamalı etkisini görelim: babam her akşam işten aynı saatte gelen, hep aynı haber kanalını seyreden bir adam. eve geldiğinde önce yemeğini yer, sonra televizyonunun karşısına geçer. haberler bittikten sonra ise dizilere ya da ilgisini çeken ne varsa ona bakarken çay içer. bense babamın üzerinde bu deneyi yapmaya karar verdim. babam her akşam eve gelip yemeğini yedikten sonra, haber kanalını açıp klasik giriş müziğini duyunca, babama çay götürdüm. ilk akşam istemedi bir bardak içti. ikinci akşam da göyürdüm. yine isteksizdi ama içti. bunu iki hafta boyunca devam ettirdim. artık babam haber bülteni müziğini duydukça çay içmeye alışmıştı. bir zaman geçtikten sonra yapmadım çayı, babamı izledim sadece. o an geldi, haber bülteninin müziği çaldı baktım, babam bağırmaya başladı "çaaaay, çayım nerede" diye. evet deneyim babam üzerinde başarılı olmuştu... hikaye alıntıdır sadece yorumladım. burada köpek yerine insanı, et yerine insanın tiryakisi olduğu başka bir şeyi koyduk sonuç değişmedi. karşı cinsimin üzerine düşüneceğim ve kendi anımı paylaşacağım. iki elif arasında bir kıza tutuldum bir süreliğine. demiştim ya ilk lise yıllarında oyun hamuru gibi oynadılar benimle diye... onların arasında simay ile tanıştım. simay kendi halinde, çok güzel bir kızdı. ona açılacak cesareti kendimde bulmam bile büyük başarıydı o zamanlar. şimdi, yok olmakta olan bir insan için, kim olsa vız gelir tırıs gider. simay ile yakın bir arkadaşım vasıtasıyla tanıştım ve konuşmaya başladım. gitgide sevmeye başladım simay'ı. ancak aksi şekilde simay bana tersi yönde bakıyordu. günden güne ezikleniyordum ama her gün simay'a başka yollarla gidiyor, benden hoşlanması için elimden geleni yapıyordum. bir ay aktı, iki ay nasıl geçti anlamadım bile. gün geldi artık eziklenmekten epey sıkılmıştım. simay'ın gözünden bakıp kendimi yerin dibinde görüyordum. bana ilgi gösteren ilk insan, çöldeki insana su vermiş gibiydi. ömür törpüsü olduğunu çok geçmeden anlamıştım neyseki ama bana dönüp kendime bakmam için bir boşluk vermişti. simay'ın karşısına bu sefer bir birey olarak geçtim ve durumu anlattım. sadece arkadaş olduğumuzu, ona karşı, onun hissettiklerinden daha fazlasını hissetmediğimi söyledim. garipte bir huyum var; hiç kimseyle kötü bitmedi flört ya da sevgili ilişkilerim. elif'in yaptıklarına rağmen -ki sadece bir iki tanesini biliyorsunuz- ona altı kere şans verdim. oda fazla zorladı. simay bana hep bunu istediğini, çok iyi arkadaş olacağımızı söyledi. ezgi ise benim yerin dibinde değil, göklerde olduğumu kanıtlar nitelikte tavırlarla bana çok şey kattı. kendisini rezil etti ve silik bir iz olarak geçmişte kaldı. bir iki hafta içerisinde, ezgi ile ufak ilişkimizi duyan simay'da epey değişimler oldu. benimle konuşmaktan nefret ettiğini düşündüğüm kız, yanımdan uzak olamaz oldu. otururken başını omzumdan ayıramaz oldu. gün geldi sevgilim oldu. sonrasında terk etti tabi, bir yıl sonra geri döndü vesairelerle doldu. bense pavlov'un köpeklerini öğrendikten sonra çok güzel örnek oldu. çünkü her akşam benim ilgime alışan kız, benim onda oluşturduğum ilgi ihtiyaçlarına bağlandı ve ben bunu kesene kadar anlayamadı. avcıyken av durumunda kaldı. güzel de bir anı oldu ama aynı zamanda. anlaşıldığı üzere biz insanlar ne kadar tepede görsekte kendimizi, pavlov'un tasmaları boynumuzda. bunu görünce insanlığa olan hayranlığımı kaybettim. insan olmanın yüksek erdeminden vazgeçtim. evrene adadım kendimi, basit bir organizma olmaktansa. daha büyük amaçlar için yok olmaya karar verdim. ee ne demişler; onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...
      0ne güzel yazmışsın yine. ellerine sağlık :) - la esperanza 15.08.2017 00:14:19 |#3403630
      0sen bu kadar ısrarcı olmasan muhtemelen içimdeki o isteği canlı tutamazdım. teşekkür ederim çok çok :) - valente 15.08.2017 00:16:09 |#3404438
      1rica ederim :) asıl ben teşekkür ederim :) - la esperanza 15.08.2017 00:34:29 |#3405570
      butun yorumlari goster (6)
    17. 8
      +
      -entiri.verilen_downvote
      dedem ve anneannem birbirine aşıktır köy yerinde gizlice buluşur görüşürler anneannem zengin ve türk, dedem fakir ve kürt. anneannemi başka birine vermeye çalışır babası dedeme der ki anneannem gel beni kaçır. dedem kaçırır anneannemi kaçırır ama bütün köy birbirine girer türkler kürtler hepsi onların peşinde kavga gürültü bi şekilde kaçarlar evlenirler anneannem her şeyden vazgeçip dedeme kaçmıştır ve sonra dedem anneanneme şöyle der ''bana dediler ki o kız sana bakmaz ıddiaya girdim onlarla ondan kaçırdım seni şimdi istersen kal istersen git '' çaresiz kalır anneannem herşeyini kaybetmistir çünkü ama o sözü unutmaz hala
      0deden olmasa gönüllü olarak günaha girerdim - dikistutmazbob 15.08.2017 00:58:49 |#3407189
      0içim acıdı be. - anahtar 15.08.2017 01:00:41 |#3407631
      0en son resmen ağzım açık kaldı. - telliturnam 15.08.2017 01:02:48 |#3408091
      butun yorumlari goster (8)
    18. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      hayaller insanı bir noktaya kadar götürür. orada bırakır. insanı oradan çekip çıkartan azmi ve hırsıdır. hayallerimin çoğu gerçek üstüydü. süper kahraman olmaktan tutunda, bir anda dünyada ki en iyi müzisyen seslerini en iyi şekilde çıkarabiliyordum. bir gün çıkıp sahnede müslüm gürses söyleyebilirken, bir diğer gün ed sheeran söyleyebiliyordum. bazen sinirlendiğinde alev alan -bazen bu daha da özentilik oluyordu yeşil bir deve dönüşüyordum- bir adam, bazen iki kardeşiyle kavga ederken büyük patlamayı oluşturmuş, evreni yaratmış en güçlü canlı. harry potter'lar mı dersiniz, yüzüklerin efendisi mi? narnia günlükleri'ne girip, john winchester'ın günlüğüne çıkarsınız. öyle karışık. bu hayaller tabi ki sürekli bir beklenti doğurdu. geçirdiği hastalığı evrim süreci sanan bir çocuk düşünün ki bununla darwin'in hiç alakası yok. tabi ki bu olağanüstü hayallerimin ardında, gerçek olma ihtimali yüksek hayaller de bulunuyordu. -hala sinirlenirsem alev alabileceğime inanıyorum- geleceğim ile ilgili düşüncelerimi oluşturan temel dünyaya adımı kazımaktı. sabit kalmamak, bulunduğum işte en iyi olmak, benden sonrasına adımı söyletmekti. psikolog olmayı düşündüm. ilk etapta psikiyatrist olmaktı hedefim ama okuma süreci çok uzun olduğu için üşendim. buna etki eden, aynı zamanda sınıfın sorumlu öğretmeni olan, psikoloji öğretmenimiz sema hocamdı. beni anlamıştı. bizimle ilk tanışmak istediğinde, bize bir a4 kağıdı verip "aynada gördüğümüz beni" yazmamızı istemişti. yazdıklarım çok etkilemiş olacaktı ki, ağlayarak anneme beni anlatmış. annemde ağlayarak dinlemiş. en gurur dolu olduğum anlardan biriydi bunu annemden dinlemek. öğretmenim bana psikolojinin büyülü dünyasını ucundan göstermişti. bense atlamıştım içine. psikolog olmak, insanların davranışlarını anlamak, bunların anlamını bilmek ve insan davranışlarının gizini çözmek benim için hedef haline gelmişti. beni çok heyecanlandırıyordu. insanları dinlemeyi oldum olası sevmiştim, bunun bana bir çok şey katacak olması çok ayrı bir şeydi. bir süre sınavlar için inceden de kafa yorduktan sonra psikoloji'nin okul okumaya gerektirmediğine karar verdim. bana vereceği tek şey bir diploma olacaktı sadece. savaştım içimde bu amaç hayatıma değer mi diye. daha önce de bahsettiğim üzere, çalışmaya azimli olmadım hiç. kolaya kaçtım tabi işime geldiği gibi. çalışmadım. açıkçası sonrasında da hayallerim hedeflere dönüşmedi. çünkü değdiremiyordum tek kullanımlık hayatıma hiç birini. sağlık meslekten mezun bir birey olarak ambulansta işe başladım. insanlara yardım etmek bana manevi olarak değer katıyordu ayrıca para kazanıyordum. bu daha çok işime geldi. ancak hayatımı buradan, kıt kanaat maaşla geçiremezdim. bana çok para kazandıracak, yaptıkça zevk alacağım, aynı zamanda dünyaya adımı kazıyacak -en azından bir topluluğun aklına kazınacak- bir gelecek düşünmeye başladım. ticaret yapamazdım; yeteneğim yoktu, keyif vermiyordu ve olabileceğim en büyük kişi ali ağaoğlu'ydu. hayır bu ben değildim. çok okuyup yazılım mühendisliğini düşündüm; kazanmak çok zordu, benim için çok sıkıcıydı ve alakam yoktu. buda ben değildim. bende yapmaktan gerçekten keyif aldığım, para kazanabileceğim, adımı kazıyabileceğim tek şeyi yaptım. yazdım...
      0arayı açıp süründürme bizi :) güzel bir yazı daha. ne hissedeceğim bilemeden okuyorum klavyene sağlık. - çılgın att 17.08.2017 01:15:39 |#3409204
      0dediğim gibi çok yoğun oluyorum. her an yazmaya çalışsam iş güç arasında kafam karışıyor bir şey çıkmıyor. sağ olasın - valente 17.08.2017 06:59:16 |#3425259
      0çok iyi yerde bitirmişsiniz :) şimdi daha çok merak ediyorum. ellerinize sağlık :) - la esperanza 17.08.2017 11:38:08 |#3432525
      butun yorumlari goster (5)
    19. 7
      +
      -entiri.verilen_downvote
      kitap okumayı oldum olası çok sevdim. yüzüklerin efendisi serileri mi eskitmedim elimde, sonsuzluk hecelerini mi? fantastik türleri hep daha çok severim. beni içine daha çok çeker. anlayacağınız üzere. yazmak çok daha farklı. yeteneğim olduğundan emindim kafama ilk koyduğumda. mükemmel bir hikaye buldum. önce hayal kuruyorum tabi. her işin başı hayal. kitabım dünyanın en çok satan kitabı olmuş, bir de senaryom var filmini çekiyorum. oda tutuyor tabi, oscar geliyor eritiyorum, parasıyla afrika'da aç doyuruyorum. her talk showa katılıyorum çok sevenim var. en kıymetli bekar. hayallerimde bile çoğu zaman sevgilim olmuyor. bazen düşünüyorum da bir noktadan sonra öyle birinin hayallerimde olması bile beynimi bulandırıyor. kitaplarım o kadar satınca birde dillere destan bir esprim var: "biliyorsunuz yıllardan beri listenin en üstünde ki kitaplar hiç değişmedi. ancak benim için en zorlu iş üçüncü sıradan j.k. rowling'i düşürmekti. sonrası kolay oldu, oda usta bir yazardı sanırım, güzel cümleleri vardı. iki kitap yazmış ilk ikiden uzun süredir inmemiş. sunucu şaşkına döner bu kadar ünlü kim olabilir ki diye düşünür. sorar, benimse cevabım hazır; her dilde telaffuzu farklı sanırım ama insanların geneli ona "tanrı" diyor. kameraya dönerim ve "üzgünüm ihtiyar biraz daha uğraşman gerekiyor". jest ve mimiklerim o kadar etkileyicidir ki insanlar kahkahalara boğulur. evet, yazmak düşüncesi ve hikayem aklımda canlanınca ilk kurduğum hayal buydu. tabi ki buranın türkiye olduğunu, işinde çok iyi ve yetenekli insanlardansa, dünyanın en güçlü kesimine hitap eden her şeyin el üstünde tutulduğu bir cennet. cahiller her zaman kazanır, bu yüzden bizler mağlubuz. hikayemin aklıma gelişi ise her gün bindiğim otobüste eve dönerken aklımda bir anda şimşek çakmasıyla oluştu. eve dönerken saatime bakıyordum ve içimden geçti "15:47, değerli bir dakika bu. bir daha asla yaşayamayacağım dakika". eve uçarak gittim defterin başına geçtim kalemimi aldım ve yazmaya başladım. çok iyi gidiyordum, biraz ter döküyordum zaman harcayıp, düşünüyordum... üç cümle yazabildim ikisini zaten biliyorsunuz. çünkü yazmak, insanlara okutmak için bir eser sunma cabası diğer hiç bir işten daha az yorucu değil. ancak bu sefer kararlıydım... aklıma geldiği için bir not düşmek istiyorum: lütfen bir insanın duygularını düşünerek hareket edin. hayatının geri kalanında, bilirsiniz türkler en çok küfür eden milletiz, küfretmek için bahanesi olmayın kimsenin. geriye dönüp baktığınızda hayatı yarım kalan birini görmeyin geçmişinizde. kalabalık bir yerde annesinin elini kaybetmiş gibi bakakalıyorlar sonra. arkadaşınız olabilir, sevgiliniz olabilir, platoniğiniz olabilir... gözyaşlarına sebep olmayın. affedin, çünkü yarın geç olabilir. sarılın, anı çoktan yaşadık bile.
      1uzun zamandır okuduğum en güzel enteylerden.. - tosbağa 18.08.2017 01:32:27 |#3365845
    20. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      kitap fikri kafamda tekrar dolaşırken, para sıkıntıları çekiyordum. bu hayattan beni çıkartacak umut olarak görüyordum kitabımı. arada bir gerçekçi oluyordum ve kitabımın bir efsane olma ihtimalinden çok, satmama ihtimalini biliyordum. ancak daha küçük bir umudum, beni biraz da olsa sıkıntılarımın içerisinden çekip çıkartacağıydı. ancak azim dediğimiz başarı yakıtı yoktu bende. beni neyin motive edeceğini bilmiyordum, yazamıyordum. ne zaman yazmaya başlasam her seferinde farklı gidiyordu. istediğim tadı yakalayamıyor, bir eser yaratmanın verdiği keyfi yaşayamıyordum. defalarca notlar düştüm, hepsi ayrı yerde, ayrı hikaye... bazı zamanlar vardır ya, mükemmel gider hayatımız ama bir şey, ufacık bir şey bütün hayatımızın neşesini çeker. yıkılırız. morali bulamayız hiç bir yerde. bütün kargaşanın ve kalabalığın ortasında bir anda gelen yalnızlık hissi öyle vurdu beni. yedi milyarda bir olmayı hissettim. sahip olduğum ama farkında olmadığım hisleri keşfettim. nefesim artık benim kontrolümdeydi. ben unutursam belki de almayacaktım. göz kapaklarımı refleks olarak kapatmıyordum, yutkunmak zorlaşıyordu. beynimin ben farkında olmadan yaptığı her şeyi, farkındalıkla yapıyordum. rastlantı bu ya; o gün de kıskançlıktan elimde tırnak bırakmayacak şeyler gördüm. bazen en ihtiyacımız olan insan bizi fark etmez ya... işte öyle bir şey. eve yalnız dönmek istedim. sessiz sedasız uzaklaştım arkadaşlarımdan telefonumu kapattım. "peki neredeler" diye üzerime geldim kendimin. "sen burada fark edilmeye ihtiyaç duyarken onlar nerede?" kendime yüklenmeye başlıyordum, yine köşeye sıkıştırıyordum kendimi. yoklardı etrafımda, ilk sigara paketimi o gün aldım. bana deli diyeceksiniz belki, öyle olsun ama yemin ederim ki o gün o köpek konuştu...
    21. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bu hikayeye devam edemiyorum çünkü, artık eminim ki hiç bir şeyim. elif öldü. banaysa sadece yas ve kader kaldı. kendinize iyi bakın
    22. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ''bugün okul önlüğüm yerine, tulumlarımı giydim erkenden kalkmaya başladım.''